top of page

Çalışma Hayatı ve Kadın

23 Haziran 2024, Salı

Fabrikada çalışan kadın işçi ve yönetici

Toplumsal Cinsiyetin İş Hayatına Etkisi


Türkiye şartlarında çalışan kadınların büyük bir çoğunluğu iş yerinde cinsiyet ayrımcılığına uğramaktadır. Bunun dışında, özel alan ve kamusal alanda üstlendikleri roller nedeniyle iş hayatında çatışma yaşanacak durumlar da oluşmaktadır.


Kadınların ayrımcılıkla karşılaşmaları her zaman içinde yer aldıkları kurumdan kaynaklanmamaktadır.


Toplumun ataerkil değerlerinin ve geleneksel cinsiyet rollerinin özel hayatta olduğu gibi, iş yerlerinde de sürdürülmesi sorunun ana kaynağıdır. Evlilik ve çocuk sahibi olmanın kadınlara yüklediği özel sorumluluk, kadınların kariyerlerinde daha az etkin olmalarına neden olmaktadır. Bunun bir sonucu olarak da kadınlar kendi eşitleri erkekler kadar yükselememektedir.


Üstelik kariyerlerinde yükselememek de tek sorunları değildir. Kadınlar aynı işi yaptıkları erkeklerden çoğu zaman daha düşük ücret almaktadırlar.


Ev işi yapan kadın ve erkek

Ev işlerinin bölünmesi konusunda mevcut cinsiyet kalıpları nedeniyle kadınlar çalışma hayatlarında başarısız olmaya itilmektedir. Çalışan kadınların büyük bir çoğunluğu ev işlerini kendileri yapmaktadır.


Yapılan araştırmalar çalışan erkekler arasında ev işleri yapanların oranının yalnızca %25 olduğunu göstermektedir. Üstelik evli erkeklerde bu oran yarıya inerek %9’a gerilemektedir.


Yine aynı çalışmada erkek çalışanlar, çocuklarının olmasının kariyerlerini etkilemediğini ifade ederken, kadınların %70’e yakın çoğunluğu annelik rolünün işyerlerinde yükselmenin önündeki en büyük engel olduğunu ifade etmiştir. Kadınların kariyerlerini doğrudan olumsuz etkileyen bazı kalıp yargılar bulunmaktadır:


Çocuğun yetiştirilmesi annenin görevidir, erkek eve gelmeden kadın evde olmalıdır, iyi ekonomik koşullarda kadın çalışmamalıdır, evi geçindirmek erkeğin görevidir.

Bu olumsuz kalıp yargılar, sadece kadınların iş yaşamını zorlaştırmakla kalmamakta, aynı zamanda erkekler için de dünyayı daha zor bir yer haline getirmektedir.


Dünyada geçim derdi gibi bir çok sorun vardır. Ve bu sorunları tek başına erkeklerin sırtlanması mümkün değildir. Evli çiftlerin karşılaştığı her zorluğu birlikte kapasiteleri doğrultularında paylaşarak üstlenmeleri gerekmektedir. Cinsiyet eşitliğine dayalı bir aile ve iş yaşamı bunu gerektirmektedir.


Çalışma Hayatında Kadınların Mevcut Durumu

Çalışma Hayatı ve Kadın


Türkiye, kadın istihdamının ve iş gücüne katılımın düşük olduğu bir ülkedir. Öyle ki geçtiğimiz yıl yapılan TUİK araştırmasının sonuçlarına göre toplam istihdam içinde ücretli çalışanların %71’i erkeklerden oluşurken, kadınların oranı yalnızca %31’dir.


Yine TUİK verilerine göre kadınlar en çok hizmet sektöründe çalışırken, sanayideki varlıkları oldukça sınırlıdır. Erkeklerin %2’si yönetici konumunda çalışmaktayken kadınlarda bu oran yalnızca %1’dir.


Ülkemizde sektörlerin oluşturduğu meslekler cinsiyetlere göre belirlenmektedir. Zanaat gerektiren işlerde erkeklerin varlığı baskın olup, kadınların varlığı %11 dolaylarındadır. Çalışanların ortalama ücretli çalışma süresi olan kıdem süresi de cinsiyet eşitsizliğinin kendini hissettirdiği alanlardan biridir.


Örneğin aynı işte 16 yılın üzerinde çalışanların oranı erkeklerde %23 iken kadınların oranı bunun yarısından daha azdır. Yani kadınlar daha kısa süreli çalışmaktadır. Bu durum, kadınların iş gücünde dezavantajlı olduğunu göstermektedir.


Çünkü kadın işi olarak tabir edilen işler daha düşük statülü, geçici, güvencesiz ve niteliksiz işlerden oluşmaktadır. Ayrıca kadınlar, erkeklerden daha yoğun biçimde güvencesiz çalıştırılmaktadır. Sigortasız çalıştırılma kadın çalışanlarda daha sık rastlanılan olumsuz durumlardan biridir. Bu durumun yarattığı bir diğer olumsuz sonuç da sigortasız çalışanların, sendikal haklardan yararlanamıyor oluşudur.


ÇSGB verilerine göre genel sendikalaşma oranı %12 iken, kadınların bu oran içerisindeki yeri yalnızca %8’dir. Kadın çalışanları memnuniyetsiz eden bir diğer etken de uzun çalışma saatleridir.


Gece geç saatlere kadar çalışan kadın

Türkiye’de çalışma saatleri OECD ve AB ortalamasının oldukça üzerindedir: Haftalık 40 saat olması gereken çalışma saati, ülkemizde ortalama 49,3 saattir.

Üstelik kadınlar yaptıkları fazla mesai nedeniyle, onların sırtına yüklenen ev içi sorumluluklarını yerine getirme konusunda da sıkıntı yaşamaktadır. Çalışan kadınlar, işyerlerinde ayrımcılığın her türüne maruz kalmaktayken, bunun başını etnik köken ve mezhep ayrımcılığı çekmektedir.


İkinci sırada ise siyasi görüşler yer alırken, çocuk sahibi olup olmamak da ayrımcılığa neden olan bir etken olarak varlığını hissettirmektedir. Kadınlar en çok işe alım süreçlerinde ayrımcılığa maruz kaldıklarını düşünmektedir. Kadınların çalışma yaşamında karşılaştıkları bir diğer sorun da çocuk bakımı sorumluluklarından kaynaklanmaktadır.


Türkiye iş piyasasında iş yerlerinin %86’sında kreş bulunmamakta ve kreş desteği sağlanmamaktadır.


Kadınlar Neden Çalışmalı

Çalışan Annelerin Çocukları


New York Times’ın haberleştirdiği, Amerika Birleşik Devletleri’nde yürütülen bir çalışmaya göre, çocuklu kadınların %75’i iş hayatına devam etmeyi seçmektedir. Amerikan toplumunun %41’lik çoğunluğu da bu durumun toplumun sağlığı için oldukça önemli olduğunu düşünmektedir.


Annenin çalışmasının, çocuklar için avantajları olduğunu ispatlayan araştırmaya göre, çalışan annelerin kızları, çalışmayan annelerin kızlarına göre daha üst düzey pozisyonlarda çalışmaktadır. Ayrıca çalışan annelerin oğulları ise, çalışmayan annelerin oğullarına göre ev işlerine ve çocuk bakımına daha çok ilgi göstermektedir. Bir çok kadın, çalıştığı saatlerde çocuklarıyla ilgilenemediği için vicdan azabı çekiyor olsa da, aslında çalışan annelerin çocukları yetişkin hayatlarında karşılaştıkları zorluklar karşısında daha dirençli olmaktadır.


Ayrıca anneleri çalışan erkek çocukları, ileride evlendiklerinde kendi eşlerinin çalışmasına da sıcak bakmaktadır. Önemli olan nokta, annenin çalışıp çalışmaması değil, çocukla sağlıklı zaman geçirilip geçirilmediğidir. Bir başka araştırma ise* işlerinde tükenmişlik hisseden kadınların oranının çocuk sahibi olanlarda daha az olduğunu, işten eve gelip çocuklarını kucaklayan kadınların işteki stresi unuttuğunu göstermektedir.


Ayrıca yine aynı çalışmaya göre ev hanımı olan anneler, çocuklarının üzerinde daha fazla otorite kurmaya çalışırken, çalışan anneler ise çocuklarını bağımsız olma yönünde teşvik etmektedir. Çalışan annelerin çocuklarına daha fazla sevgi gösterisinde bulunduğu ve onların çocuklarının okuldaki diğer çocuklardan daha başarılı olduğu da araştırmada elde edilen verilerdendir.


Çocuğun gelişimini olumsuz yönde etkileyecek en önemli etken babanın sahip olduğu çocuk yetiştirme üslubudur. Bu nedenle, çocuk yetiştirme yalnızca anneye ait bir görev olarak görülmemeli ve babalar çocuklarının her türlü sorunu ile yakından ilgileniyor olamalıdır.


Çalışan anneler için önerilebilecek şeyler ise, süper anne olmaya çalışmamaları, yüklenebileceğinden daha fazla sorumluluk sırtlamamaları, gerektiğinde hayır diyebilmeyi bilmeleri ve gerektiğinde bir uzmandan yardım istemeyi unutmamalarıdır. 


*Lois Hoffman, The Effects of Maternal Employment on the Child,  1973


Çalışan Kadınların Mutlulukları

Mutlu çalışan beyaz yaka kadınlar

ABD Çalışma Bakanlığı ile Connecticut Üniversitesi işbirliği ile 15 yılda tamamlanan araştırmanın sonuçlarına göre, erkeklerin evi geçindirme konusunda sorumlulukları arttıkça mutluluk seviyelerinin azaldığı gözlemlenirken, kadınlarda ise tam tersi şekilde, evi geçindirmeye olan sorumlulukları arttıkça, mutluluk seviyelerinin de arttığı ortaya çıkmıştır. 


Evi geçindirme sorumluluğunu ataerkil sistemin dayattığı bir zorunluluk olarak tek başına sırtlanan erkekler, kendilerini yoğun bir baskı altında hissetmektedir. Oysa ki kadınlar, çalışma hayatını bir fırsat olarak görmektedir. Araştırmada elde edilen bulgulara göre çalışarak para kazanan kadınlar kendileriyle gurur duymakta ve başarı hissi ile mutlu olmaktadır.


Evi geçindirme konusunda eşinden destek gören erkekler, kendilerini özgürleşmiş hissederken, kadınlar da ekonomik anlamda kocalarına bağımlı olmadıkları için özgürleşmiş hissetmektedirler.  Kadın çalışanlar doğuştan gelen ve değişmez kişilikleri nedeniyle değilse bile durum temelli, ölçülebilir ve geliştirilebilir özellikleri nedeniyle pozitif psikolojik sermayeye sahip çalışanlarıdır.


Pozitif psikolojik sermayeden kastedilen şey kadın çalışanların erkeklere göre iyimser, umutlu ve daha dirençli olmalarıdır. Bu durum hem diğer çalışma arkadaşları için hem de çalıştıkları kurumun performansı için çok büyük öneme sahiptir. Çalışan kadınların farkındalıklarının yüksek olduğu bilinmektedir. Bu farkındalıkları sayesinde kendilerini tamamlama, bütünsellik, bireyleşme, özerklik, yaratıcılık, üretkenlik gibi değişik şekilde adlandırılan kendini gerçekleştirme durumunu başarmışlardır.


Bir bebeğin mutlu olması için temel ihtiyaçlarının karşılanması yeterliyken, yetişkinlerin mutlu olabilmesi için hayat koşullarının iyi olması gerekirken, bunun başarı elde ederek sağlandığı açıktır. Bu nedenle kadınların iş hayatlarında başarı elde ederek kendilerinin ve ailelerinin hayat koşullarını iyileştirmeleri onları mutlu etmektedir. Ayrıca çalıştığımız iş yerleri değer ve normlarımızı etkileyerek toplumsallaşma sürecinde kültürümüzün şekillenmesine yardımcı olur.


Bu nedenle çalışan kadınlar kendisininkinden farklı kültürlerle etkileşimde olma şansı bulması nedeniyle de mutluluğa daha yakındır. Çalışan kadınlar yaptıkları işe şevkle sarıldıklarında üst düzey bir performans sergilemekte ve zaman onlar için hızla akıp geçmektedir.


Günün sonunda yaptığı işin sonucunda aldığı mükafat da onu mutlu etmeye yetmektedir. Özellikle yaptığı iş gönüllülük esaslıysa ve sadece kendine değil diğer insanlara da bir fayda sağlıyorsa, daha büyük çapta ulvi bir değere katkıda bulunuyorsa bu mutluluk kat be kat artmaktadır.


Çalışan Kadınların Aileye Katkısı


Kadınlar ne kadar zor koşullar altında çalışıyor olsalar da, geleneksel ataerkil yapı içerisinde aileye bağımlı olarak görüldükleri için, evin geçimini sağlayan kişi olarak sayılmayıp, sadece bağımlı oldukları eşlerine ya da babalarına katkı sağlayan kişiler olarak görülmektedirler.


Ne yazık ki bu kültürel kalıp yargılar nedeniyle kadınların ücretleri aynı işi yaptıkları erkeklerden düşük tutulmakta, sürekliliği ve kalıcılığı olmayan işlerde sigortasız çalıştırılarak yedek iş gücü olarak görülmektedirler.  Oysa ki çalışan kadınlar, ortalama olarak eve giren kazancın %40’ını sağlayan kişilerdir. Fakat buna rağmen ev işleri ve çocuk bakımı gibi sorumlulukların ise %80’ini sağlamak zorunda kalmaktadırlar.


Kadınların çalışmak istemesinin nedenleri arasında en üst sıralarda kadının ailesine ekonomik katkıda bulunma arzusu gelmektedir. Günümüzde bir çok ailenin hayat kalitelerini belirli bir seviyede tutabilmesi için kadınların gelir getiren bir işte çalışması gerekmektedir.


Çalışan bir kadının enerjisinin ve zamanının büyük bir kısmı çalıştığı işe ait olacağından, bu durum aile içinde cinsiyetsiz bir işbölümü yapılmasını gerekli kılmaktadır. Evin erkeğinin kendi başına ailesinin ihtiyaçlarını gidermekte yetersiz kalmaması da çalışan kadınların ailelerine sunduğu bir katkı olarak değerlendirilebilir.


Bu nedenle kadınların aktif olarak iş gücünde yer aldığı ailelerde ekonomik, sosyal ve psikolojik açıdan refah düzeyi artmaktadır. Refah düzeyindeki bu artış aile bireyi başına düşen gıda tüketiminin artışı, dengeli beslenme, daha konforlu bir konutta ikamet etme gibi olanaklar sağlamaktadır.


Bunların dışında yazlık yerlere tatile gitmek, şehirler arası seyahatlere çıkabilmek ve yatırım yapabilmek gibi  olanaklar da çalışan kadınların ailelerine sunabildiği olanaklar olarak sayılabilir.


Kadınların işgücü piyasasına girmesiyle birlikte ailenin mali kaynakları büyük oranda geliştiği gibi, gelirin kullanım biçiminde de değişiklikler yaratmaktadır.


Araştırmalar kadınların çalıştığı ailelerde, gelirin bir kısmının ailenin yaşam düzeyini yükseltecek birikimleri yapabilecek seviyede olduğunu göstermektedir. Kadınların aktif olarak çalıştığı ailelerde daha eşitlikçi işbölümünün yapıldığı ve bu sayede ailenin bir aradalığının korunmasına katkı yapıldığı da araştırmalar tarafından desteklenen bir gerçektir.


Çalışan kadınların ailelerinde, alışveriş, sofra kurma, yemek hazırlama, temizlik yapma, çocukların ödevlerine yardım edilmesi, bulaşık yıkama ve ütü yapma gibi eylemlerde iş bölümü yapılarak eşitlikçi bir ortam kurulmasına katkıda bulunulmakatadır. Araştırmalar da erkeklerin, eşlerinin çalıştığı durumlarda ev işlerinde daha aktif rol üstlenme eğiliminde olduğunu göstermektedir.


Çalışan Kadınların Kalkınmaya ve Ülkeye Katkısı


Ülkemizde bir çok kadın, ekonomik faaliyetlere katılmak istediği halde yeterli finansman desteği bulamadığı için ekonomik hayatın dışında kalmaktadır. Oysa ülkenin sosyal ve ekonomik anlamda kalkınmasına katkıda bulunması için ekonomik değer yaratacak kadın girişimcilerin sayısının artırılması ve mevcut girişimcilerin de desteklenmesi gerekmektedir.


Sürdürülebilir bir kalkınma için özellikle yerel ekonomilerde yer alan kadınlar büyük rol üstlenmektedir. Çünkü bu kadınlar istihdam yaratarak çevrelerine sosyal fayda sağlayabilmektedir. Böylesi bir ortamın sağlanabilmesi için çalışma hayatındaki koşulların  kadınlar için daha elverişli bir hale getirilmesi gerekmektedir.


Ayrıca kadınları çalışma hayatında koruyacak hukuki düzenlemelerin varlığı da elverişli bir ortamın oluşması için en önemli etkiye sahip etkendir. Bu durumun başarıldığı gelişmiş ve kalkınmış refah devletlerinde kadınların çalışma hayatına tamamen katıldığı ve bunun ülke ekonomisini kalkındırdığı herkesçe bilinen bir gerçektir.


Örneğin 2015’te yapılan bir araştırmaya göre 28 Avrupa Birliği üyesi ülkede kadın istihdam oranı %64 iken, Türkiye’de bu oran Avrupa’nın yarısı %32’dir. Bu araştırmanın sonuçları ülkelerin kalkınma ve gelişmişlik düzeyleri ile kadın istihdamı arasında doğrudan bir ilişki olduğunu açıkça göstermektedir. 


Bütün devletlerin temel amaçlarından biri olan kalkınma, sürdürülebilir büyüme ve ekonomik büyümenin mümkün olabilmesi için kıt kaynakların etkin kullanılması ve teknolojik sermayenin artması gerekmektedir. Bunu sağlamak için insan kaynaklarına yatırım yapılması gerekir. Ekonomik kalkınmada vazgeçilmez unsur insan olduğu için, kadınlar olmadan kalkınma sağlanamaz.


Bu nedenle kalkınma için gereken en önemli şey, kadınların konumunu güçlendirmektir. Bunu sağlamak için de kadınların eğitimine destek verilmesi ve onların çalışma hayatında aktif katılım göstermesi gerekmektedir.


Yapılan araştırmalar, ekonomik kalkınma arttıkça kadınların toplum içindeki konumlarının da arttığını ve aynı şekilde kadınlar toplumsal hayat içinde güçlü oldukça ekonomik kalkınmanın da arttığını göstermektedir.


bottom of page