top of page

İşimiz Eşitlik: Virginia, takılı plak ve ajanda üçlemesi


"Bir başka yaşam olmalı, şimdi burada diye yineledi. Bu yaşam çok kısa, çok kırık dökük"…


Günlerdir Virginia Woolf’un bu sözleri dönüp duruyor kafamda, tıpkı takılı kalmış bir plak gibi…


Kalbimiz, ruhumuz, kelimelerimiz günlerdir böyle, kırık dökük… Yalan yok, Dişi Business Yayın Yönetmeni İsmail Baydar, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’ne özel baskı yapılacağı haberini paylaştığından beri bu kez ‘öfkeli’ değil ‘neşeli’ bir şeyler kaleme almak istiyordum. Ama Ahmet Hamdi Tanpınar’ın dediği gibi “Türkiye evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olmak imkanını vermiyor"du…


Benim de ‘neşeli’ bir şeyler paylaşmaya halim kalmadı.


Zira, Türkiye ve Suriye’yi vuran deprem, canımızdan can kopardı. Ekranlara yansıyan ‘istatistikler’, eşimiz, annemiz, babamız, komşumuz, kardeşimiz, çocuğumuz, akrabamız, arkadaşımız, mahallelimiz. Prof. Dr. Belma Tuğrul’un dediği gibi enkaz denilen beton yığını halen birilerinin ‘evi, yuvası, hayatı, serveti…’


Tıpkı takılı kalmış bir plak gibi dedim ya… Geçtiğimiz yıl TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi’nin müthiş bir özveriyle yapımını üstlendiği, Yönetmen Ozan Turgut imzası ve Dr. Özge Karslıoğlu’nun röportajlarıyla yayınlanan ‘Derin Uğultu’ belgeselinde yer alan tüm bilim insanları aynı çağrıyı yinelemişti: Önlem al!


Önlem yine alınmadı… Ve işin en tirajikomik yanı sevgili hocam Doç. Dr. Sevgi Kesim Güven sayesinde gönüllü destek verdiğim bu projede, belgeselin tamamlanması ve daha geniş kitlelere ulaşması için kaç ‘kurumsal’ kapıyı çaldıysam, hepsinden “Deprem, kurumsal sosyal sorumluluk projelerimizde öncelikli yatırım alanı değil” cevabını almıştım… Ne acı değil mi? Oysa, afetlerin hele ki depremin, kurumsal ajandada ‘öncelik sırası’ dinlemediğini bir kez daha çok acı bir şekilde tecrübe ettik.


Şimdi hep birlikte yaraları sarma, dayanışma ve elbette ‘önlem alma’ zamanı…


Bu nedenle Prof. Dr. Nilgün Okay ve Prof. Dr. İpek İlkkaracan’ın kaleme aldığı ve Dirençlilik Dergisi’nde yayınlanan ‘Toplumsal Cinsiyete Duyarlı Afet Risk Yönetimi’ çalışmasından bahsetmek istiyorum. Çünkü afetlerde kız çocuk, hamile, hasta, yaşlı, azınlık, göçmen, mülteci kadın ve LGBT bireylerin ölüm oranının fazla olduğunu çalışmalar ortaya koyuyor.


Sadece Türkiye’de değil, dünyanın birçok bölgesinde kadınlar afetlerde tahliye sorunları yaşıyor. Çalışmaya göre, bunun nedenleri arasında erken uyarı sistemlerinin, tahliye planlarının kolay anlaşılır olmaması ve benimsenmemesi, afet anında yalnız olan kadınların kaçış yollarını bilmemeleri, afet koordinasyonunda görevlilerin erkek olmasının bile kadınların tahliye olmasını zorlaştırması yer alıyor.


Buna bir de toplumsal cinsiyete dayalı kodlar eklenince (erkeklerin üzerinde ne varsa aldırmadan dışarı fırlaması, kadınların ise ‘derli toplu’ olma baskısı yüzünden aynı ‘çevikliği’ gösterememesi), bu kayıpları daha da katlıyor.


“Toplumun yarısını oluşturan kadınların afet yönetiminin zarar azaltma ve hazırlık planlama, karar alma ve uygulama süreçlerinde yer alabilmeleri öncelikle yasal bir haktır. Bu katılım yerel, ulusal, uluslararası politikalarla kadın yoksulluğunun ve toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin azaltılmasını sağlayacak, sosyal değişim fırsatı da yaratacaktır” denilen çalışmada, çok çarpıcı saptamalar var. En basitinden temel tuvalet ihtiyacı! Çadır kentlerinde kadınların yaşam ve hareket özgürlüklerini kısıtlayan durumlar yaşadıklarının (tuvaletleri kullanma ve yıkanma yeri nedeniyle gitmeye çekindikleri, hatta engellendikleri) ortaya konulduğu çalışma, bugün yaşanan duruma da bir ayna tutuyor.


Geçici barınma sırasında sağlık hizmetlerinde çalışan doktorların erkek olması, kadınların doktora gitmeye çekinmesine ve sağlık sorunlarının artmasına neden olduğunun belirtildiği çalışmada, çadırda yalnız yaşamaktan çekindikleri için kadınların hasarlı binalarda kalmaya devam ettiği sık gözlenen durumlar olarak ortaya konuluyor. Çadır kentlerde gündelik ev işlerini yetersiz, zor şartlarda yürütmek durumunda olan kadınların gelir durumu, sağlık ve yaş faktörlerine bağlı olarak sorunları artırıyor. Afet sonrasında ekonomik nedenlerle erkeklerin evden ayrılması, çocuklarıyla yalnız kalmasıyla kadınların güvenlik sorunlarını da artırıyor.


Afet sonrasında geçici barınma sorunlarının ağırlaşmasıyla kadına yönelik mevcut fiziki, psikolojik, cinsel ve ekonomik şiddet ve ayrımcılığın artması ile dövülme, cinsel taciz ve tecavüz vakaları sıkça yaşanıyor. Kadınların geçici barınma alanlarında daha fazla zaman geçirmeleri, bu alanların tayininde, altyapı tesislerinin (güvenlik, temizlik, suya erişim yolları vb.) saptanmasında ve tasarımında, kadınların ihtiyaçlarına, günlük işlerine ve çocuklarının eğitim gereksinimlerine uygun düzenlenmesi gerektiğinin altını çiziyor Prof. Dr. Nilgün Okay ve Prof. Dr. İpek İlkkaracan.


Kadınların 8 Mart için ‘gender washing’ projelerine ihtiyacı yok. Kadınların toplumsal cinsiyet odaklı afet yönetimine ihtiyacı var. Kadınların eşit işe eşit ücrete, ücretsiz bakım emeğine karşı yapısal dönüşüme, eşit temsile ihtiyacı var. Kadınların dayanışmaya ihtiyacı var. Çünkü tüm bu alacakaranlık kuşağının ortasında tek umut veren şey ‘dayanışma’…


“En kötü yıkımların bile altından kalkıyorum, dönüyorum, değişiyorum” demişti Virginia Woolf


Dünyanın neresinde olursa olsun, en kötü yıkımların bile altından kalkan tüm kadınlara: 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününüz kutlu olsun… Dayanışmayla…

bottom of page